"Sayın Divan, Sayın Konuklar, Türk-İş ve Sendikalarımızın Sayın Yöneticileri ve Delege Arkadaşlarım, sevgili basın emekçisi kardeşlerim, Sendikalarımızın değerli uzman ve hukukçuları ve Kongremizin organizasyonuna katkı sunan tüm emekçi kardeşlerim,
Basın-İş Sendikası adına hepinizi saygıyla selamlıyorum…
Ve yine buradan;
Ülkemizde ve Dünyada, adalet için, hak ve özgürlüklerimiz için, demokrasi için mücadele veren kadın-erkek, genç-yaşlı tüm emekçilere SELAM OLSUN!
SELAM OLSUN, daha güzel bir Türkiye ve Dünya için; korkmadan adım atanlara, hakkını arayanlara,
Selam olsun ülkemin ve dünyanın dört bir yanında sendika ve toplu sözleşme mücadelesi veren işçilere,
Yoksulu, emekçiyi, iş kazası geçireni, göçmeni, kadını, çocuk işçileri, tüm ezilenleri SAVUNMAYI,
Onların SESİ OLMAYI kendine görev bilmiş tüm güzel insanlarımıza, sanatçılarımıza, aydınlarımıza, gazetecilerimize, akademisyenlerimize, sendikacılarımıza, SELAM OLSUN!
Sevgili Arkadaşlarım,
2015 Genel Kurulunun üzerinden 4 yıl geçti. Önümüzdeki dört yıla yön verecek olan Türk-İş Genel Kurulu ve seçilecek yeni yönetim için birlikteyiz.
Geride bıraktığımız dört yılda maalesef ciddi kayıplar yaşadık. Kapitalist sistem yeni ve bitmeyen bir krizle sarsılırken, piyasacı neo-liberal küreselleşme çağı yıkılırken bizleri de yıkıntıları arasında boğmaya devam ediyor.
Dünya genelinde bölgesel savaşları, kutuplaşmayı, ticaret ve paylaşım kavgasını körüklerken, milyonlarca yoksulu göçe zorlarken, Adalet Sistemini, Hukuk düzenini, sosyal devleti yıkıma sürüklemeye devam ediyor, ırkçılık, otoriter ve despotik iktidarlar yüceltiliyor. Basın ve ifade özgürlüğü baskı altına alınıyor.
Bu atmosferde işçinin payına yoksullaşma, yükselen vergiler, gasp edilen sosyal güvenlik, emeklilik ve sağlık hakları, pahalanan sağlık ve eğitim hizmetleri, enflasyon, işsizlik, iş kazaları, artan ve zorlaşan çalışma saatleri, esneklik ve sürekli artan bir borç yükü düşüyor.
Anayasa korumasındaki temel haklarını arayanların, sendika ve toplu pazarlık için mücadele verenlerin, greve çıkanların karşısına, şiddet, işten çıkarma, tehdit ve tacizle bir korku ve yıldırma duvarı örülüyor.
Çevremiz, tarımsal topraklarımız, yerli ve yabancı açgözlü kapitalistlere peşkeş çekiliyor.
İşte, evde, sokakta şiddet, taciz ve psikolojik taciz karşısında KADIN’ı koruyacak, bu toplumsal sorunu çözecek hiçbir somut adım atılmıyor.
Türkiye özelinde, bırakın kıdem tazminatı hakkımızı garanti edecek yasal düzenleme yapmayı, elimizden almak için her türlü ayak oyunu oynanıyor. Yıllardır siyasi malzeme yapılan taşeron sorunu hala tam anlamıyla çözüme kavuşturulmadan bekletiliyor. Yüksek Hakem Kurulu işveren ve hükümet yanlısı kararları ile hak gaspları için aracı haline getiriliyor.
VE BUNLARIN HİÇBİRİ BİZİ YILDIRMIYOR! YILDIRMAYACAK!
O nedenle, BİZİM TÜRK-İŞ’ten tek bir beklentimiz var.
O da bizi biz yapan, sendikaları var eden değerleri yüceltmesidir.
Yani,
İnsanca Yaşanabilir bir ücret, işyeri, ülke ve dünya için,
Sosyal Adalet, Hukukun Üstünlüğü, Eşitlik, Demokrasi ve Barış için,
Vergi Adaleti, Sosyal Güvenlik, Emeklilik, Sağlık ve Eğitim Hakları için, Çevre için ve kısaca İŞ EKMEK ÖZGÜRLÜK davasında bizlerin ve bu ülkenin tüm emekçilerinin
TÜRK-İŞ’TEN BEKLENTİSİ,
Mücadeleden taviz vermemesi, emekçileri temsil eden tüm kardeş sendika ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte;
Birlik, Mücadele ve Dayanışmamızı yüceltmesidir.
Bizim, bizden sonra geleceklere mirasımız; mal, mülk değil!
BİZİM MİRASIMIZ, İŞTE BU MÜCADELE, AZİM VE KARARLILIK olacaktır.
Aksi takdirde, karşımızdakilerin SAYGISIZLIĞI ve pervasızlığı artarak devam edecektir…
İzninizle bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Geçtiğimiz ay içinde TİSK Başkanı hiç çekinmeden güvencesiz çalışma modeli olan "esnek çalışma”nın önündeki engellerin kaldırılmasını istedi.
Çalışma saatlerinin haftalık 60 saate ulaştığı, 12 saatlik günlük vardiyaların işçiyi ezdiği, kiralık işçiliğin yasalaştırıldığı ve yaygınlaştığı, taşeron sisteminin devam ettiği, zorunlu arabuluculuk sistemi ile işçinin hak arama yollarının tıkandığı bir ortamda yaptı bu açıklamayı. Doymamış belli, daha fazla istiyor.
TİSK Başkanı aynı açıklamada işverene vergi teşviki istedi.
Peki nasıl bir düzende?
Tüm ücretliler gibi asgari ücretlinin de vergi yükü altında ezildiği, İşsizlik Fonumuzun sürekli işveren lehine yağmalatıldığı,
SGK yükünün %5 devlet tarafından karşılandığı, vergi ve SGK aflarının sürekli birbirini takip ettiği bir ortamda söyledi bunu.
Son bir yılda peş peşe işverenler için teşvik açıklansa da doymamış belli. Daha fazla istiyor.
Sadece TİSK Başkanı değil hatırlayın hükümet Meclise kanun teklifi verdi. Vergi tarifesinde oynadıkları oyunla yükü daha da ağırlaştırdılar.
Birkaç ay önce Hazine ve Maliye Bakanı programını açıkladı. Mutfakta bizi felç eden enflasyonu, kağıt üstünde düşürdü; ve gözümüzün içine baka baka mutlu mesut bir açıklama yaptı.
Kıdem tazminatımızı fona devredeceği müjdesini eklemeyi de unutmadı.
Peki bu pervasızlık karşısında biz Türk-İş olarak ne yapacağız? Bundan önceki dönemlerde olduğu gibi bu genel kurulumuzda da kıdem tazminatının kırmızı çizgimiz olduğu yönünde mutlaka genel kurul Kararı almalıyız. Gereğini de yapmalıyız.
PEKİ EYT açıklamalarına ne demeli?
Emeklilik haklarımız bir gecede yıllarca geriye götürüldü. Şimdi bürokratı, bakanı EYT’li aleyhine konuşup duruyor. Neymiş iyi niyetli değilmiş; oysa bir emekli tekrar çalışıyorsa, bu ne art niyet ne de zarardır; ancak ve ancak geçim derdidir!
Patronların mutluluklarını gizlemeden açıklama yaptıkları bir diğer konu Zorunlu Arabuluculuk düzenlemesi.
Hatırlayın, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu: "bu yasa bizim için zaferdir, bu yasayı hükümetle biz çıkarttık; çünkü iş mahkemelerinde devam eden davaların %99,2’sini kaybediyorduk” açıklaması, emekçilerin patron insafına bırakıldığının bir kanıtıdır.
Hükümet ve işveren kanadından en fazla açıklama yapılan bir diğer konu Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi …
Arkadaş sormazlar mı adama; yüksek vergilerle, enflasyonla, çeşitli kesintilerle işçide biriktirecek ücret mi bıraktın da işçi ücretleri üzerinden zorla para kesiyorsun?
Niyetleri çokuluslu sigorta şirketlerine iş alanı yaratmak, biriken fonları hükümet harcamalarında ucuz kaynak olarak kullanmak, kamu emeklilik sistemini öldürmek.
Zorunlu BES sisteminde devlet garantisi de yok. Yarın bu fonlar batsa hesap soramayacaksın. "Caysaydın” diyecekler. Sonuç olarak, birikimlerimiz bireysel emeklilik fonlarında eriyecek. Tıpkı devlet garantisi olmasına rağmen 1986’daki konut fonu; 1988’deki zorunlu tasarruf fonu gibi fonlarda eridiği gibi…
Değerli Arkadaşlar,
Bu saydıklarımdan başka Kongremize damga vuracak diğer bazı konulara da kısaca dikkat çekmek isterim.
Bunlardan ilki İşsizlik. Evet İşsizlik can yakıyor, ekonomi yönetimi pembe tablolar çiziyor
Kasım ayında açıklanan resmi rakamlara göre %14 seviyesinde gerçekleşen işsizlik oranı; geniş tanımlı işsizlikte %20’yi aştı. İşsiz sayısı 7,5 milyona dayandı.
Ancak, işsizlik ödeneğinde bu yılın ilk 7 ayında patronlara teşvikler yoluyla 8,8 milyar ödendi.
Aynı dönemde işsiz işçilere ödenen tutar ise sadece 5,8 milyar TL. Ve fon tarihinde ilk kez bu yıl giderler gelirleri aştı. Çünkü patronlara ödenen 8,8 milyara karşılık onlardan katkı olarak alınan tutar sadece 6,2 milyar TL oldu.
Yani, kanuna göre İşsiz kaldığımızda bize verilsin diye bizim ücretimizden kesilen paralar maalesef bizi işsiz bırakanlara veriliyor…
İkinci konu grev hakkımıza indirilen darbe.
Grevlerimiz Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle bir gecede erteleniyor. Peki hangi gerekçeyle? "Genel Sağlığı ve Milli Güvenliği bozduğu gerekçesiyle. Peki bugüne kadar ertelenen grevlerin hangisi genel sağlığı ve güvenliği bozuyor? Hiçbiri.
Amaç "Yüksek Hakem”e zorlamak. Toplu sözleşmeyi işverenin istediği şekilde sonuçlandırmak. Yüksek Hakem Kurulu, adeta "Yüksek Hak Yeme Kurulu” haline geldi.
Bir diğer konu özelleştirmeler.
Yıllardır devam eden bir mücadele. Çünkü her özelleştirme; üretmeden tüketen, tükettikçe de tükenen bir toplum ve ekonomi yarattı.
Bu özelleştirmelerle ne oldu? Devlet mi zenginleşti? Borçlar mı azaldı? İşsizlik mi azaldı? Hayır! Peki ne oldu?
Milli değerlerimiz elimizden gitti; bize işsizlik ve borç olarak geri döndü. Örneğin Türk Telekom. Adam borcunu taktı gitti, ödeyemedi. Millete yeni zam ve vergilerle yük oldu. Bildiğiniz gibi Şeker fabrikaları özelleşti ve son olarak Tank palet fabrikasındaki durumu görüyorsunuz…
Bakın Cumhuriyetimizin 100. Yılına yaklaşıyoruz. Bu ülkenin milli değerleri büyük oranda yabancıların elinde. Bunları yapanlara, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini hatırlatmak, sabahtan akşama kadar yazdırmak lazım. Bunlar kimin millisi, kimin bekasına çalışıyor sormak lazım. Bu ülke, bu ekonomi bizim ve sahip çıkmak için elimizden geleni yapacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Özelleştirmeci zihniyetin bir başka ürünü de taşeron sistemi.
Kadrolu işçilerin yerini taşeronla doldurmaya çalıştılar. Sonuçta birçok sorunla birlikte iş cinayetlerinin de arttığını gördük.
Biliyorsunuz, Türk-İş bünyesinde taşeronların kadroya alınmaları konusunda geçmişte çok çaba sarf ettik. Sonunda geçen sene kamudaki 1 milyon civarı taşerondan sadece 744 bini kadroya alındı. Kadroya alındı ama geçmişteki hakları sıfırlandı ve YHK ile ücretleri geriye gitti.
Peki iş cinayetlerine ne demeli?
Biz emekçiler, en büyük bedeli canımız ile ödüyoruz. İş başındayken ölüyoruz, sonra iş bitiyor; ölüm devam ediyor, seneler sonra meslek hastalıklarından ölüyoruz…
2015’ten beri en az 8000 emekçi iş cinayetleri sonucu canlarından oldu. Ve bu sayıya meslek hastalığı kökenli ölümler dahil değildir.
Değerli mücadele arkadaşlarım,
Bir başka sorun; ülkemizin kanayan yarası "basın özgürlüğü”…
Basının özgür olmadığı bir yerde; halkın doğru haber alma ve buna göre düşünme, buna göre davranma hakkını da elinden alıyorsunuz.
Nitekim, şu anda basın kuruluşlarının %90’ı baskı altında ve bizler bundan dolayı taraflı haberlerle karşı karşıyayız.
Birçok gazeteci özgürlüğünü yitirdi, işsiz kaldı, sendikal hak ve özgürlükleri yok edildi, sarı basın kartları iptal edildi; bugün 135’in üzerinde gazeteci cezaevlerinde…
Yine birçok yayın organı ya kapatıldı ya karartıldı…
Oysa Bizler, demokrasi, özgürlük ve adalet kavramlarının tekrar bir arada olduğu bir ülke istiyoruz, çok mu şey istiyoruz?
Son olarak Gelir Adaletsizliği ve Göçmen Sorununa değinmeden geçmek olmaz.
Arkadaşlar,
Dünya üzerindeki 26 en zengin kişinin serveti tam 3,8 milyar insanın, yani dünya nüfusunun yarısının toplam servetinden fazla.
Türkiye’nin en zengin %20’si tüm servetin yarısını elinde tutuyor.
Ve tüm bu zenginliklerine rağmen bizim kadar vergi vermiyorlar.
Dünya genelinde 821 milyon insan açlık çekiyor. Bakın, yoksulluk demiyorum. Açlık çekiyor. Bunların 151 milyonu 5 yaş altındaki çocuk.
Yine
Haziran 2019 itibariyle ülkemizdeki tahmini göçmen sayısı Suriyelilerle birlikte toplamda 4 milyonu aşıyor ve 2009-2018 arasında ülkemizde yakalanan insan kaçakçısı sayısı ise 25 bin 600…
Bu tablo;
İnsan tacirliğine, köleliğe, sömürüye, kayıtdışı çalışmaya, insanlık dışı çalışma koşullarına kapıları ardına kadar aralayan bir tablo.
Temsil ettiğimiz işçilerin, işini, kazancını, sosyal güvenliğini, gündelik yaşantısını da etkileyen ve etkileyecek olan bir tablo.
Göçmen karşıtı veya ırkçı söylem ve eylemlere fırsat vermeden bu ülkenin sendikaları olarak çıkacak sorunlar karşısında yapıcı bir politika belirlememiz hepimizin geleceği için son derece önemlidir.
Değerli Arkadaşlar,
Tüm bunları bize yaşatan bu siyasiler, bürokratlar, patronlar nerden cesaret alıyor? Gözümüzün içine baka baka nasıl böyle pervasız konuşuyorlar?
Bu sorunun cevabı çok kısa ve net: Bizim zayıflığımız.
Biz toplumun sesi olamıyoruz. Biz 23 milyonu aşan emekçinin sesi olamıyoruz. Onlara gerçeği gösteremiyoruz.
Peki bizler bu tabloyu nasıl değiştireceğiz?
İşte; bu noktada bizlere düşen;
• Sendikaların yüzyıllardır en önemli mücadele alanı olan "Sosyal Devlet, Sosyal Adalet, Demokrasi ve Eşitlik” için, "Anayasal Hukuk Düzeni” için, birlik olmak, mücadele ve dayanışmayı güçlendirmektir.
• Hakkımızda karar verilen masalara güçlü biçimde oturmaktır.
İşte bu;
Toplu sözleşme güvencesinde çalışan sendikalı işçiler olarak; sendikalar olarak bizim tüm emekçilere karşı en önemli sorumluluğumuzdur!
Bizler, TÜRK-İŞ çatısı altında ama sendikal değerlere bağlı olan tüm diğer sendika ve konfederasyonlarla birlikte tek ses tek yürek temel sorunlarımız üzerinde kampanyalar yürütmeli, toplumun gerçek temsilcileri olduğumuzu göstermeli, gücümüzü yeniden inşaa etmeliyiz.
Sözlerime son verirken, Selüloz-İş Sendikamızın çok değerli Genel Başkanı Ergin Alşan’ı rahmetle anıyor; ailesine, Türk-İş’e, Selüloz-İş’e ve işçi sınıfına başsağlığı diliyor ve bugüne kadar sendikal mücadeleye, işçi sınıfı mücadelesine emek vermiş kardeşlerimizi; İş kazası veya meslek hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetmiş tüm emekçileri saygıyla anıyorum.
Ayrıca örgütlenme mücadelesi verirken çarpık hukuk düzeninin kurbanı olan ve sendika üyeliği yaptığı için, örgüt üyeliği ile suçlanan ve 2 yılı aşkın süredir cezaevinde olan TÜMTİS Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan’ı buradan tüm dayanışma duygularımla selamlıyor;
Ve Genel Kurulumuzun, Türk-İş’e, sendikalarımıza, ülkemize ve işçi sınıfına başarılar getirmesini diliyorum."